Söyle ki: Bu çocuklar hüznü ruhlarına kalkan yapıp kan ve kın koşturmuşlardır rüzgarın özünde. Ve ellerindeki küfürler kayıp halklardan alıntıdır. Ama bunlar küfrü ezberleyip esaslı bir tükürük savurmuşlardır köze ve ceplerinde kaç yangın sonrası eriyip gitmiştir henüz filiz baharlar. Hem gözlerinde dumanlı kaoslar biriktirmiş hem de dingin göğe kaç umut bırakmışlardır dünden ve yarından hediye. Şimdi anlat beynindeki depremleri. Devrim diye bağır çağır. Şüphesiz, en temelli devrim doğada ve ruhta olandır. Devinim halindeki ölüm günün birinde kendisiyle de oynayacaktır.
De ki: Bu çocuklar kaç düşte kamp kurup kaç izmarit öldürmüşlerdir ilk yağmur damlasında. Ve kıç ceplerindeki hayaller kış görmüştür belki, üşümüştür, soğuk acı. Üstelik kahkaha sonrası hüznü eşekten düşme sipahi. Yahut boz renkli bezlerden yapılmıştır en eski ölüm yeminleri. Oysa içindeki ıssız atlar daha önce büyüdü. Geniş sağrılı kısraklar yerini aldı cılız merkeplerin. Yapıştılar kötünün yakasına, paçalarında hala çamur izleri. Hem ölmek parayla değil, bugünlerde yalnız ölmek parayla değil.
Hemen söyle: Ki ben daha yeni bir güneş söndürdüm. Düşümdeki gezegen baskına uğradı ağzında cehennem taşıyan kuşlar tarafından. Elimde avucumda ne varsa kuyuya attım. Vücuda gelmedi rüyam. Ama ben yine de günahkar değilim. Çünkü tanrı bugünlerde ihtiyar ve içimdeki çocuk da oyun oynamayı çok sevmiştir hep.
Son kez söyle: İçindeki çocuğa kızdığın gün büyürsün.
15 Şubat 2014 Cumartesi
11 Şubat 2014 Salı
Ben ve Tam Yüz Seksen Dokuz Günahkar
Gecenin dibinde bir yerlerde ben ve tam yüz seksen dokuz ilham perisi el ele verip yazdık. Nasılsa yerin de göğünde tüm katları bizim. Nasılsa elmayı ben yemişim. Hem dedim hazır elim değmişken, yani hazır günaha girmişken; yazayım. Dedim, bunu da yapayım sonra nasılsa içkiyi de sigarayı da bırakacağım. Ben ve tam yüz seksen dokuz melek el ele verdik ve günahların en büyüğünü işledik: yazdık. Hem dediler, ben zaten günahkarmışım, elmayı da ben yemişim. Sonra dediler, hazır günahın bini bir para, yaz. Bari günahların bir işe yarasın. Hem içkiyi de bırakacaksın.
O gece ben ve tam yüz seksen dokuz şeytan çok sağlam bir parti ayarladık. El ele verdik ve sabaha kadar yazdık. Ama günahlar havada uçuşuyor, elini atsan günaha denk gelir yani, o derece. Görmeliydiniz.
Kısa bir an için de olsa aklımdan geçmedi değil: "Ben bu günahları sıradan, hatta zaruri eylemler haline nasıl getirdim? Yani ben böyle pervasız olmayı nasıl becerdim? Ben daha düne kadar sadece ellerine bakıp saatlerce boşluğu izlemeyi bilen bir adamdım, nasıl oldu da böyle oldu?" Sonra bütün bunları bir kenara bıraktım ki hala bıraktığım yerde dururlar. Bir dokunsam sağır edecek işiteceğim esaslı küfürlerin yankısı. Hem diyorum, ben günahkarım ama içkiyi bırakınca görün siz beni.
O gecenin ta en dibinde ben ve tam yüz seksen dokuz parça porselen yemek takımı, oturduk yazmaya başladık. Ama var ya nasıl ateşli yazıyoruz. Hiç durmuyoruz. Gözyaşlarımız günahtan nehirler olup akıyor ayaklarımızın dibinden. Günaha doymadık. Yazdık da yazdık. Zaten içkiyi de bırakacaktım.
Sonra ben ve tam yüz seksen dokuz tane biber gazı fişeği birbirimize bakıp aynı anda aklımızdan geçirdik: "Ağlamak bir yönüyle insanları kaynaştıran, bir yönüyle de harekete geçiren bir eylemdir." Sonra da kafa kafaya verip yazmaya başladık ki sorma. Ama nasıl yazıyoruz... Günah paçadan akıyor öyle böyle değil.
Ben ve tam yüz seksen dokuz sayfalık bir kitap baş başa kaldık sonunda. Dünyanın doğuşuna da tam yüz seksen dokuz gün kalmamış mı? Biz üzüldük tabi. Biraz da sinirlendik. Epey küfrettik, bağırdık çağırdık, kırdık, yaktık, döktük falan ama sonra biraz sakinleşir gibi olduk. Mesela ben ve tam yüz seksen dokuz tane kuş, gittik, eflatun dağlardan lacivert sağanaklar getirdik ellerimizi yıkayalım diye. Kolay mı o kadar günahın kirinin pasının çıkması? Sonra ben ve tam yüz seksen dokuz tane yıldız, o sağanakları yolda düşürmeyelim mi? Aksilik işte. Günahlarımızın kiri pasıyla kaldık öylece.
Sonra dünya doğdu tam yüz seksen dokuz sancılı günün sonunda. Sonra da ben içkiyi bıraktım.
O gece ben ve tam yüz seksen dokuz şeytan çok sağlam bir parti ayarladık. El ele verdik ve sabaha kadar yazdık. Ama günahlar havada uçuşuyor, elini atsan günaha denk gelir yani, o derece. Görmeliydiniz.
Kısa bir an için de olsa aklımdan geçmedi değil: "Ben bu günahları sıradan, hatta zaruri eylemler haline nasıl getirdim? Yani ben böyle pervasız olmayı nasıl becerdim? Ben daha düne kadar sadece ellerine bakıp saatlerce boşluğu izlemeyi bilen bir adamdım, nasıl oldu da böyle oldu?" Sonra bütün bunları bir kenara bıraktım ki hala bıraktığım yerde dururlar. Bir dokunsam sağır edecek işiteceğim esaslı küfürlerin yankısı. Hem diyorum, ben günahkarım ama içkiyi bırakınca görün siz beni.
O gecenin ta en dibinde ben ve tam yüz seksen dokuz parça porselen yemek takımı, oturduk yazmaya başladık. Ama var ya nasıl ateşli yazıyoruz. Hiç durmuyoruz. Gözyaşlarımız günahtan nehirler olup akıyor ayaklarımızın dibinden. Günaha doymadık. Yazdık da yazdık. Zaten içkiyi de bırakacaktım.
Sonra ben ve tam yüz seksen dokuz tane biber gazı fişeği birbirimize bakıp aynı anda aklımızdan geçirdik: "Ağlamak bir yönüyle insanları kaynaştıran, bir yönüyle de harekete geçiren bir eylemdir." Sonra da kafa kafaya verip yazmaya başladık ki sorma. Ama nasıl yazıyoruz... Günah paçadan akıyor öyle böyle değil.
Ben ve tam yüz seksen dokuz sayfalık bir kitap baş başa kaldık sonunda. Dünyanın doğuşuna da tam yüz seksen dokuz gün kalmamış mı? Biz üzüldük tabi. Biraz da sinirlendik. Epey küfrettik, bağırdık çağırdık, kırdık, yaktık, döktük falan ama sonra biraz sakinleşir gibi olduk. Mesela ben ve tam yüz seksen dokuz tane kuş, gittik, eflatun dağlardan lacivert sağanaklar getirdik ellerimizi yıkayalım diye. Kolay mı o kadar günahın kirinin pasının çıkması? Sonra ben ve tam yüz seksen dokuz tane yıldız, o sağanakları yolda düşürmeyelim mi? Aksilik işte. Günahlarımızın kiri pasıyla kaldık öylece.
Sonra dünya doğdu tam yüz seksen dokuz sancılı günün sonunda. Sonra da ben içkiyi bıraktım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)