Okuldan çıkınca çantamı evin kapısından içeriye fırlatıp önlüğümü bile çıkarmadan dışarıya zıplardım. Dışarıya: dağa, ormana. Çocukluğunu ve ilkgençliğini küçük bir köyde, sonsuz orman ve dağların arasında geçiren için gurbettir beton kütleleri arasında yaşamak.
Çocukluğumun en büyük dağlarıydı. En yeşil ağaçlarıydı, en tatlı meyveleriydi komşunun bahçesinden çalınan. Ve öğrendiğim ilk aşktı, her sabah penceremden gördüğüm, birbirine bakmaktan usanmayan çoban kayalıkları. Bana sorsalar dünya bu coğrafya kadardı. Bir de başka bir dünya vardı, adı Konya ki annemin memleketi olduğunu bilirdim. Annemin bu dünyadan olamayacak kadar güzel oluşunu ne iyi akıl ederdim.
Okuldan çıkınca ilk işim, önceden kurduğum kapanlara bakmak olurdu. Kapan, -biz kappan derdik- yani kuş tuzağı. Kuşun, yemi gagaladığı anda taşın altında kalarak pestile dönmesi prensibiyle çalışırdı. Düz ve yeterince büyük taşlar seçerdik. Sonra da stratejik birkaç nokta. En güzel kapan malzemesi hayıt çalısından olurdu gerek esnekliği, gerek şekli itibariyle. Kapanı kuracağımız yer su kenarı olursa karatavuk tutma ihtimalimiz artardı. Hayıt kenarına narbülbülü -biz kınali derdik- ve serçe konardı. Mandalina bahçeleri batakların uğrak noktasıydı. Bazen kuşun, kapana bacağından yakalandığı olurdu. Bacakları taşın altında, gövdesi dışarıda çaresiz uçmaya çalışırdı. Sonra ben bunu gördüğümde, içimdeki katili yok etmemeye yemin etmiş gibi, kuşun kafasını iki parmağımın arasına alarak çekip koparırdım. Bunu öylesine kolay yapardım ki görmeliydiniz. Bir de, kuşun kafası kopacağı anki o sessiz ve oldukça güçlü çırpınışını görmeliydiniz. Eğer görseydiniz, benden nefret etmek için sağlam bir nedeniniz olurdu.
Çocukluğumun en ürkek kuşlarıydı. İçimde de çocukluğumun en azılı katili yatardı ki bunun farkına yeni varıyorum. Sonra köyün yukarısındaki Boklutepe dediğimiz yerden köyü ve denizi izlemek vardı ki görmeliydiniz. Annemin sobayı yakışı, babamın işten gelişi, yazın her akşamüstü evin bahçesindeki ağaçları sulayışım, sulama işlemi bittikten sonra bisikletimle aşık olduğum kızın evinin önünden iki kez geçişim ve daha bir sürü şey. Bir de diktiğim ilk ağaç olan erik ağacının ilk meyvesinin tadını hiç unutmam. Rahmetli dedemin ölmeden önce diktiği muşmula da hala dillere destandır.
Bilyede ilk ütülüşüm gibi geçiyor zaman. Kuşlara yaptığım gibi benim de boynumu koparmak istiyor. Beni betonların arasında sahte bir huzur arayışıyla cezalandırıyor.
Çocukluk ve ilkgençlik küçük bir köyde, sonsuz orman ve dağların arasında geçmişse gurbettir betonların arasında yaşamak.
Çocukluğumun en büyük dağlarının anısına...
22 Ocak 2014 Çarşamba
16 Ocak 2014 Perşembe
Haydari ve Kötü Şeyler
Bazen tek bir şeyden çok fazla var. Bazen de birçok şeyden az az.. Çok olan genelde hüzün oluyor. Az olanlarsa yaprak sarması, haydari, patlıcan közlemesi, şalgam suyu ve rakı. Mesela diyorum, çok olan şeyleri az olanlara bölüştürsek? Mesela rakıya hüzün eklesek? Bunu çok düşündüm ve ilk kez denediğimden beri sık sık yapıyorum. Sonra rakı bembeyaz oluyor. Ulan diyorum beyaz hüzün mü olur? Bu nasıl hüzün? Hüzün dediğinin böyle kapkara, zift gibi bir şey olması gerekmez mi? Siyah kötü şeylerin rengi değil midir? Bak mesela bu doğru: kötü şeylerin rengi siyahtır. Aksini düşünüyorsan kötü şeylerin ne olduğunu bilmiyorsundur. Mesela anneannem ölmeden önce simsiyah bir dünyada yaşıyordu. Ona göre her şey siyah ve kötüydü. Siyah olduğu için mi kötüydü yoksa kötü olduğu için mi siyahtı, eminim bunu çok iyi biliyordu. Bence anneannem ölmeden önce gerçeğin farkına varmıştı. Dünya siyah. Ve siyah olduğu için bok gibi. Eskiden de böyle miydi bilmiyorum. Bilmediğim bir şey daha var: insan ancak, ölümü hissettiğinde mi gerçeğin farkına varıyor? Öyleyse ayvayı yedik.
Rakıdan yine ölüme geldim ki bu bende alışkanlık oldu. Yahu rakı beyaz, ölüm siyah. Rakı ve ölüm birbirinden ayrı şeyler.
Bak mesela rakıya hüzün kattık, böyle bembeyaz oldu ya, al sana bir gerçek daha: hüzün kötü değil. Vallahi değil. Beyaz olduğu için mi kötü değil yoksa kötü olmadığı için mi beyaz bilmiyorum. Mesela benim bir kız kardeşim var sekiz yaşında. Böyle, güldüğü zaman bembeyaz oluyor. Ağladığı zaman da bembeyaz oluyor. Kızdığı zaman da bembeyaz oluyor. Gariptir ki özlediği zaman da bembeyaz oluyormuş, annem söyledi. Mesela o kötü değil. Vallahi değil. Hem dünyayı da beyaz görüyor. Anneannemin yaşına geldiğinde umarım fikri değişmez.
Şimdi dostum, iyi şeylerle kötü şeyleri birbirine karıştırmamak lazım. Bak mesela rakı, hüzün ve kız kardeş iyidir; anneannemin ölümü kötüdür. Hüzünden çok varsa iyidir; rakıdan çok varsa daha iyidir. Çok anneannem olamayacağı için onu geçiyorum. Ölümden çok varsa kötüdür; dünyadan çok varsa daha kötüdür. Ya da sen siktir et şimdi benim bu sorunlu mantığımı. Haydariyi de rahat bırak. Biz bugün içerek, çok iyi bir şey yapıyoruz.
Rakıdan yine ölüme geldim ki bu bende alışkanlık oldu. Yahu rakı beyaz, ölüm siyah. Rakı ve ölüm birbirinden ayrı şeyler.
Bak mesela rakıya hüzün kattık, böyle bembeyaz oldu ya, al sana bir gerçek daha: hüzün kötü değil. Vallahi değil. Beyaz olduğu için mi kötü değil yoksa kötü olmadığı için mi beyaz bilmiyorum. Mesela benim bir kız kardeşim var sekiz yaşında. Böyle, güldüğü zaman bembeyaz oluyor. Ağladığı zaman da bembeyaz oluyor. Kızdığı zaman da bembeyaz oluyor. Gariptir ki özlediği zaman da bembeyaz oluyormuş, annem söyledi. Mesela o kötü değil. Vallahi değil. Hem dünyayı da beyaz görüyor. Anneannemin yaşına geldiğinde umarım fikri değişmez.
Şimdi dostum, iyi şeylerle kötü şeyleri birbirine karıştırmamak lazım. Bak mesela rakı, hüzün ve kız kardeş iyidir; anneannemin ölümü kötüdür. Hüzünden çok varsa iyidir; rakıdan çok varsa daha iyidir. Çok anneannem olamayacağı için onu geçiyorum. Ölümden çok varsa kötüdür; dünyadan çok varsa daha kötüdür. Ya da sen siktir et şimdi benim bu sorunlu mantığımı. Haydariyi de rahat bırak. Biz bugün içerek, çok iyi bir şey yapıyoruz.
12 Ocak 2014 Pazar
ÇOLAK KUŞUN GÖÇ YOLU
doğduğum yerde başla tanrıya
şükran ki eğilmiş boyunlarda sızı
batıl bir acıya tenezzülden
kendimi zindanlarda hayal ediyorum
geceye inmek çekip gitmek
için iyi bir nedendi sevdim
bu yaprak katili mevsimi günlerine ayırmaktı
gidişimi sorunlu metaforlara ispatlamaktı
oysa soğuk istanbul sahabakarşısında
benim dışımda kimse
ölmek istemeyebilir
doğduğum günden beri söylüyorum: anne
beni vaat et tanrıya
şükran ki kırılmış kanatlarda uçmak
sanrısı bol geceden elimde kalan
ömrümü incir çekirdeğine sığdırıyorum
ben bir trene biniyorum bir yere
gidiyorum ama
anımsar seni istasyon
şimdi söyleme
beni en çok binmediğim trenler götürdü
ocak ikibinondört/Akatalpa/sayı:169
şükran ki eğilmiş boyunlarda sızı
batıl bir acıya tenezzülden
kendimi zindanlarda hayal ediyorum
geceye inmek çekip gitmek
için iyi bir nedendi sevdim
bu yaprak katili mevsimi günlerine ayırmaktı
gidişimi sorunlu metaforlara ispatlamaktı
oysa soğuk istanbul sahabakarşısında
benim dışımda kimse
ölmek istemeyebilir
doğduğum günden beri söylüyorum: anne
beni vaat et tanrıya
şükran ki kırılmış kanatlarda uçmak
sanrısı bol geceden elimde kalan
ömrümü incir çekirdeğine sığdırıyorum
ben bir trene biniyorum bir yere
gidiyorum ama
anımsar seni istasyon
şimdi söyleme
beni en çok binmediğim trenler götürdü
ocak ikibinondört/Akatalpa/sayı:169
6 Ocak 2014 Pazartesi
Kuş Katili
"O çorap, bu kirli ayakları da sarmayabilir. İyisi mi sen soğukta gezme. Eldiven olayına girmiyorum bile. Zira ellerindeki kan çıkmadı hala. Bere desem, o da olmayacak; bu kadar karışık bir kafayı ısıtacak bir bere olup olmadığından bile emin değilim. Sen en iyisi evden çıkma. Çünkü dışarısı korkunç. En güvenli yer, inan bana, benim yanım. Ve kurduğun hayallerde bir saç telim bile yer alıyorsa seni bu bölgeye almaya hazırım." der gibi bakıyordu. Yani ben bu kadar cümleyi, gözlerine düştüğüm anlık bir zaman diliminde duyuverdim. Anladım sonra, karşımdakinin ağzı ve cinsel organı dışında her uzvu konuşuyor. Gözleriyse şiir okuyor.
"Sırtıma dikebileceğin kanatlar örüyordun da, ben o sıra yeni bir kuş öldürmüştüm. Olsun, sen yine de günaha girme." deyiverdim bir gün. Söylemek istediğim için mi, söylemem gerektiği için mi söyledim bilmiyordum, hala bilmiyorum. Hem de bunu ağzımla söyledim. İşte, benim de ağzım dışında hiçbir uzvum konuşmuyor. Üstelik benim ağzım hiç iyi şeyler söylemiyor. İşte, ben de herkes kadar herkestim. O da hiç kimse kadar hiç kimseydi.
Eskiden daha hüzünkardık. Evet gerçekten, eskiden hüznü daha bir severdik. Belki bu, sevdiğimiz her şeyin bir gün mutlaka gittiği düşüncesiydi. Yani böylece, o yürüttüğümüz sorunlu mantıkla, hüznün de bir gün bizden gideceğini umuyorduk. Ve sanki işe yarıyordu. Sanki daha bir mutluyduk. Anlamlı tesellileri biriktirdiğimiz ve filizlenmesini beklediğimiz bir yeryuvar yaratmıştık kendimize. Bu sorunlu mantığa güvendiğimizden midir, yoksa gerçekten ihtiyacımız olan şeyin daha fazla hüzün olduğunu mu düşünüyorduk hatırlamıyorum. Zaten insan, mutlu olduğu anlara uzaktan el sallamaya başladığında, onları unutmaya da başlar. Ne de olsa düşünecek daha değerli şeyler var.
Belki de düşünecek daha değerli bir şey yok, bir gün ölüp gideceğimizden başka. Belki de bir gün ölüp gidecek olmamız, düşünmemiz gereken son şey. Ya da farklı bir kafayla olaya bakacak olursak, bu hayatta uzak durmamız gereken yegane eylem, düşünmektir. Bilemeyiz. Ama şurası kesin: bu hayatta yapacağımız son eylem; ölmek.
İşte bu gecenin sabahında da ben bunları düşünüyorum. Zihnimde gözlerden dinlediğim en alaca şiirler, ellerimde öldürdüğüm kuşların kan kokusu...
"Sırtıma dikebileceğin kanatlar örüyordun da, ben o sıra yeni bir kuş öldürmüştüm. Olsun, sen yine de günaha girme." deyiverdim bir gün. Söylemek istediğim için mi, söylemem gerektiği için mi söyledim bilmiyordum, hala bilmiyorum. Hem de bunu ağzımla söyledim. İşte, benim de ağzım dışında hiçbir uzvum konuşmuyor. Üstelik benim ağzım hiç iyi şeyler söylemiyor. İşte, ben de herkes kadar herkestim. O da hiç kimse kadar hiç kimseydi.
Eskiden daha hüzünkardık. Evet gerçekten, eskiden hüznü daha bir severdik. Belki bu, sevdiğimiz her şeyin bir gün mutlaka gittiği düşüncesiydi. Yani böylece, o yürüttüğümüz sorunlu mantıkla, hüznün de bir gün bizden gideceğini umuyorduk. Ve sanki işe yarıyordu. Sanki daha bir mutluyduk. Anlamlı tesellileri biriktirdiğimiz ve filizlenmesini beklediğimiz bir yeryuvar yaratmıştık kendimize. Bu sorunlu mantığa güvendiğimizden midir, yoksa gerçekten ihtiyacımız olan şeyin daha fazla hüzün olduğunu mu düşünüyorduk hatırlamıyorum. Zaten insan, mutlu olduğu anlara uzaktan el sallamaya başladığında, onları unutmaya da başlar. Ne de olsa düşünecek daha değerli şeyler var.
Belki de düşünecek daha değerli bir şey yok, bir gün ölüp gideceğimizden başka. Belki de bir gün ölüp gidecek olmamız, düşünmemiz gereken son şey. Ya da farklı bir kafayla olaya bakacak olursak, bu hayatta uzak durmamız gereken yegane eylem, düşünmektir. Bilemeyiz. Ama şurası kesin: bu hayatta yapacağımız son eylem; ölmek.
İşte bu gecenin sabahında da ben bunları düşünüyorum. Zihnimde gözlerden dinlediğim en alaca şiirler, ellerimde öldürdüğüm kuşların kan kokusu...
5 Ocak 2014 Pazar
İLLÜSTRASYON
ben ki kitapsızlığıma kilitlediğim her harfte kutsal
törenle şehrin kalabalık saatine tutturuldum
kıç cebimdeki hayaller kış görmesin diye
en sevgili organımda ateş süsü karanlık
sonra duydum
minareler kadarmış gök
yüzünde dalgın bekleyen vahyin hayali
ansızın keder dedim kadehteki
son yudumu almasaydım eğer tanrıya dökülecektim
yenilmek şimdi kaç sevişmeyle
öfkesini öptüğüm kaç intihara terk
ve hangi yorganın altında yorgun belki de
gelmelisin
içindeki ruhani boşluğa erişmeli zaman
akıp giderken çocukluğu öpülmeden suyun
döküldüğü yeri hiçbir deniz bilmez
yoksa en mavi uçurum düşmek içindir bilirsin
resmindeki en ayıp rengi kuşanıp
ağrıyan yerlerine sürmeye yenisini
düşündüm ve var oldum
sen düşün gerisini.
nisan ikibinonüç/Akatalpa/sayı: 160
Ani Olaylar Silsilesi
Aniden bir şarkı çalıyor. O kadar aniden ki asırlardır çalıyormuş hissine kapılıyorsun. Bunun bir ileri evresi de şarkıyı içselleştirmek. Hatta bazıları çalan şarkıyı, bir önceki hayatında kendisinin yaptığına emin. Sözleri aniden başlayıp aniden biten bir şarkı bu. Adamı şok ediyor.
Bu ani hislere, en son bir kadına aşık olduğunda rastlamıştın. Nasıl da aniden aşık olmuştun. Sonra aniden ona dair bir şeyler karalarken bulmuştun kendini. Çok ani şeyler. Öyle ki, hiç gelmeyişi ve hep gidişi de bir anda olup bitmiş gibiydi. Anlık hisleri bir olay örgüsü içinde yaşadın aslında. Sonra olaylardan, saçma anlardan saçma kareleri kazıdın zihninin çok saçma bir köşesine. Bunlara anı dedin.
Zaman, senin dışında bir yerlerde akıp gidiyor. Sen bu hızın ötekileştirdiği modern zaman yalnızısın. Modern zamanlarda yalnızlık bile yoruyor nitekim. Vahşi bir kalabalık, şimdi senin bilmediğin bir yerlerde yaşıyor. Artık hiç bilmediğin bazı şeyleri hiç öğrenemeyeceğini de anlıyorsun. Sonra bakıyorsun ki, anı diye zihninin köşelerine sıkıştırdığın olay parçacıkları, bir başkasınınmış gibi oluyor. Bir başkası değilse bile, bunları yaşamış olamazsın. Bunlar senin önceki hayatından kalma. Sonra inanıyorsun: aniden çalan o şarkıyı da sen bir önceki hayatında yapmıştın. Ruh göçüne inanmıyorsun üstelik, kutsal kitaplara inanmadığın gibi.
Senin bu zamanda yerin, uzak bir kuş ötüşünün yansımasıdır. Ya da sen bu zamanda, uzak kuş ötüşlerini çalmışsındır.
Haydi, kalk da yerine yat.
Bu ani hislere, en son bir kadına aşık olduğunda rastlamıştın. Nasıl da aniden aşık olmuştun. Sonra aniden ona dair bir şeyler karalarken bulmuştun kendini. Çok ani şeyler. Öyle ki, hiç gelmeyişi ve hep gidişi de bir anda olup bitmiş gibiydi. Anlık hisleri bir olay örgüsü içinde yaşadın aslında. Sonra olaylardan, saçma anlardan saçma kareleri kazıdın zihninin çok saçma bir köşesine. Bunlara anı dedin.
Zaman, senin dışında bir yerlerde akıp gidiyor. Sen bu hızın ötekileştirdiği modern zaman yalnızısın. Modern zamanlarda yalnızlık bile yoruyor nitekim. Vahşi bir kalabalık, şimdi senin bilmediğin bir yerlerde yaşıyor. Artık hiç bilmediğin bazı şeyleri hiç öğrenemeyeceğini de anlıyorsun. Sonra bakıyorsun ki, anı diye zihninin köşelerine sıkıştırdığın olay parçacıkları, bir başkasınınmış gibi oluyor. Bir başkası değilse bile, bunları yaşamış olamazsın. Bunlar senin önceki hayatından kalma. Sonra inanıyorsun: aniden çalan o şarkıyı da sen bir önceki hayatında yapmıştın. Ruh göçüne inanmıyorsun üstelik, kutsal kitaplara inanmadığın gibi.
Senin bu zamanda yerin, uzak bir kuş ötüşünün yansımasıdır. Ya da sen bu zamanda, uzak kuş ötüşlerini çalmışsındır.
Haydi, kalk da yerine yat.
4 Ocak 2014 Cumartesi
Paralel Evrende Bir Şiir
"Başkalarını güldürebilmek için önce kendin gülmelisin ve başkalarını ağlatmak için ne yapman gerektiğini sen tahmin et artık." dedi. Bunu içimdeki ses söyledi. Ben içimdeki sese inanırım bazen. Mesela bana, insanların içindeki cılız seslerden bahsetti bir gün. sadece duymak zorunda olanların duyduğu frekanstaki çatlak seslerden... İnsanların içindeki sesler çatlakmış bazen. Bu içten ve hiçten gelen seslere yeterince zaman ayırmak gerektiğini tekrarladı her fırsatta. Kendi varlığını tehlikeye düşürmemek için yapmadı bunu. Zaten onun var ya da yok olmak gibi bir endişesi yok. Sadece benim iyiliğimi düşünüyor. İnanabiliyor musun içimdeki ses benim iyiliğimi düşünüyor.
Daha içmem gereken sigaralar ve devirmem gereken şişeler var. Bunu o söylemedi. Bunu ben düşündüm
Ama her insanın içindeki ses, onun iyiliğini düşünmüyormuş. Bunu bir şarapçıdan duydum. Ben şarapçıları duyarım bazen. Bir örnek vermesini istedim. Ama vermedi. Ben de her fırsatta, elimden geldiğince örnekler düşündüm. Bulamadım. İçimdeki ses de hiç yardım etmedi. İnsanların içindeki sesler yardım etmiyor bazen.
O anda paralel evrende bir şair bir şiir yazdı. Sonra paralel olmayan bir evrende esaslı bir fırtına koptu. Derken bu evrende hiçbir bok olmadı. Bu evrende hiçbir bok olmuyor bazen.
o şiir de işte bu:
Daha içmem gereken sigaralar ve devirmem gereken şişeler var. Bunu o söylemedi. Bunu ben düşündüm
Ama her insanın içindeki ses, onun iyiliğini düşünmüyormuş. Bunu bir şarapçıdan duydum. Ben şarapçıları duyarım bazen. Bir örnek vermesini istedim. Ama vermedi. Ben de her fırsatta, elimden geldiğince örnekler düşündüm. Bulamadım. İçimdeki ses de hiç yardım etmedi. İnsanların içindeki sesler yardım etmiyor bazen.
O anda paralel evrende bir şair bir şiir yazdı. Sonra paralel olmayan bir evrende esaslı bir fırtına koptu. Derken bu evrende hiçbir bok olmadı. Bu evrende hiçbir bok olmuyor bazen.
o şiir de işte bu:
Palyaço/ (Şairi Meçhul)
i.
kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
kim sevmezdi çiçekleri filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi
bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım
herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz
biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde
ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz
ii.
umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte
rakı doldurun! eksilmesin
iii.
bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz
hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
”duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz
hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum
kahrol, kahrol!
diyorum
iv.
geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
”olur öyle” dedi palyaço,
”herkes alçaktır biraz”
”otur ulan!” dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz
”rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim
ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim
örneğin;
geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim
ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz
v.
kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz
bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi
biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz
vi.
haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz
kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
kim sevmezdi çiçekleri filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi
bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım
herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz
biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde
ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz
ii.
umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte
rakı doldurun! eksilmesin
iii.
bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz
hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
”duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz
hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum
kahrol, kahrol!
diyorum
iv.
geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
”olur öyle” dedi palyaço,
”herkes alçaktır biraz”
”otur ulan!” dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz
”rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim
ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim
örneğin;
geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim
ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz
v.
kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz
bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi
biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz
vi.
haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)