Okuldan çıkınca çantamı evin kapısından içeriye fırlatıp önlüğümü bile çıkarmadan dışarıya zıplardım. Dışarıya: dağa, ormana. Çocukluğunu ve ilkgençliğini küçük bir köyde, sonsuz orman ve dağların arasında geçiren için gurbettir beton kütleleri arasında yaşamak.
Çocukluğumun en büyük dağlarıydı. En yeşil ağaçlarıydı, en tatlı meyveleriydi komşunun bahçesinden çalınan. Ve öğrendiğim ilk aşktı, her sabah penceremden gördüğüm, birbirine bakmaktan usanmayan çoban kayalıkları. Bana sorsalar dünya bu coğrafya kadardı. Bir de başka bir dünya vardı, adı Konya ki annemin memleketi olduğunu bilirdim. Annemin bu dünyadan olamayacak kadar güzel oluşunu ne iyi akıl ederdim.
Okuldan çıkınca ilk işim, önceden kurduğum kapanlara bakmak olurdu. Kapan, -biz kappan derdik- yani kuş tuzağı. Kuşun, yemi gagaladığı anda taşın altında kalarak pestile dönmesi prensibiyle çalışırdı. Düz ve yeterince büyük taşlar seçerdik. Sonra da stratejik birkaç nokta. En güzel kapan malzemesi hayıt çalısından olurdu gerek esnekliği, gerek şekli itibariyle. Kapanı kuracağımız yer su kenarı olursa karatavuk tutma ihtimalimiz artardı. Hayıt kenarına narbülbülü -biz kınali derdik- ve serçe konardı. Mandalina bahçeleri batakların uğrak noktasıydı. Bazen kuşun, kapana bacağından yakalandığı olurdu. Bacakları taşın altında, gövdesi dışarıda çaresiz uçmaya çalışırdı. Sonra ben bunu gördüğümde, içimdeki katili yok etmemeye yemin etmiş gibi, kuşun kafasını iki parmağımın arasına alarak çekip koparırdım. Bunu öylesine kolay yapardım ki görmeliydiniz. Bir de, kuşun kafası kopacağı anki o sessiz ve oldukça güçlü çırpınışını görmeliydiniz. Eğer görseydiniz, benden nefret etmek için sağlam bir nedeniniz olurdu.
Çocukluğumun en ürkek kuşlarıydı. İçimde de çocukluğumun en azılı katili yatardı ki bunun farkına yeni varıyorum. Sonra köyün yukarısındaki Boklutepe dediğimiz yerden köyü ve denizi izlemek vardı ki görmeliydiniz. Annemin sobayı yakışı, babamın işten gelişi, yazın her akşamüstü evin bahçesindeki ağaçları sulayışım, sulama işlemi bittikten sonra bisikletimle aşık olduğum kızın evinin önünden iki kez geçişim ve daha bir sürü şey. Bir de diktiğim ilk ağaç olan erik ağacının ilk meyvesinin tadını hiç unutmam. Rahmetli dedemin ölmeden önce diktiği muşmula da hala dillere destandır.
Bilyede ilk ütülüşüm gibi geçiyor zaman. Kuşlara yaptığım gibi benim de boynumu koparmak istiyor. Beni betonların arasında sahte bir huzur arayışıyla cezalandırıyor.
Çocukluk ve ilkgençlik küçük bir köyde, sonsuz orman ve dağların arasında geçmişse gurbettir betonların arasında yaşamak.
Çocukluğumun en büyük dağlarının anısına...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder